Gül (Rosa sp.), Gülgiller (Rosaceae) ailesine mensup, bol saçak köklü, boyu 1-2 m uzayan, gövdesi ve dalları dikenli, çalımsı veya tırmanıcı formda, çok yıllık bitkidir. Dünyanın 20-70 derece enlemlerinde, yani Yengeç Dönencesi ile Kuzey Kutup Dairesi arasında doğal olarak yetişen bitki, ekvator çizgisinin kuzeyinde bulunan tüm alanlarda doğal yayılış gösterir.
Gülün, bilinen 250 kadar türü vardır. Bu türlerden melezleme yoluyla elde edilmiş binlerce kültür çeşidi bulunmaktadır. Kültür gülleri üç grupta toplanabilir: Çalı gülleri; Tırmanıcı güller; Yer örtücü güller.
Yaprakları, birleşik yapıdadır ve 3-9 yaprakçıklıdır. Çiçekleri, doğada yalınkat yani sadece 5 taç yapraklıdır. Dişi organları, serbest veya bir sütun halinde birleşik yapıda, tüylü veya çıplak, çanak yaprak parçaları kalıcı veya düşücüdür.

Gül çiçekleri, genelde kokuludur. Bitkinin kültüre alınmış çeşitlerinde, taç yaprak sayısı çoğalmakta ve bu çeşitler, "katmerli" olarak adlandırılmaktadır. Kültür çeşitlerinin taç yaprakları (çiçekleri), tek renkli olabildiği gibi, bazı çeşitlerin taç yaprakları, farklı renklerin karışımıyla ebruli-alaca renklerdedir. Çiçeklerin renkleri kırmızı, pembe, beyaz, sarı, eflatun, turuncu gibi farklı renklerin çok çeşitli tonlarında olabilir.

TARİHTE GÜL

Çeşitli iklim koşullarında yetişebilen bitki, ılıman ve subtropikal iklim koşullarını tercih eder. Kış aylarında, -10° C düzeyindeki soğuklara dayanıklıdır; hafif don koşullarına da uyum sağlayabilir. Daha soğuk ortamlarda, korunma ihtiyacı duyar. Kışın bitkinin üst kısmı kurusa da ilkbaharda yeni sürgünler verir. Tam güneşli ortamları tercih eder, kısmen gölge ortamlara da uyum gösterir.

Yeryüzündeki varlığının, günümüzden 70 milyon yıl öncesine kadar uzandığı düşünülen gül, Amerika kıtasının Avrasya’dan ayrıldığı dönemin öncesinden beri bilinmektedir. Yani gül bitkisi ortaya çıktığında, dinozorlar yok olmuştu; ancak henüz insanın varlığından söz etmek için de oldukça erken dönemlerdi.
Mezopotamya bölgesinde bulunan çivi yazılı tabletlerde kaydedilmiş olan bilgilerden; gülün, Hititler döneminde "Sila" olarak adlandırıldığı ve çeşitli ilaçların hazırlanmasında kullanıldığı öğrenilmektedir.
Tarihte bilinen ilk gül resmi, günümüzden yaklaşık 3500 yıl önce, MÖ 1400’lerde, Girit’in kuzeyinde yer alan Knossos’taki Minos Uygarlığı’ndan kalan kent evi kalıntılarında bulunan freskolarda tespit edilmiştir.
MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Bodrumlu (Halikarnassos) tarihçi Herodot, ünlü Frig Kralı Midas’ın, Gordion’da muhteşem gül bahçelerine sahip olduğundan söz eder. Sonraki dönemlerde varlığı bilinen çeşitli uygarlıklarda, gül ve gül bahçelerinden çok kez bahsedilir. Katmerli gül yetiştiriciliğinin de Romalılar döneminde başladığı düşünülmektedir.

Ünlü hekim Hippokrates (MÖ 460-377), gül yapraklarının cilt hastalıklarının tedavisinde kullanımından söz eder. Günümüzün Adana yakınındaki Anavarza şehrinden ünlü bilgin Dioscorides (MS 40-90), "De Materia Medica" adlı eserinde, gül yapraklarından hazırladığı pomad ve etkileri hakkında bilgi verir.

Hıristiyanlıkta gül çok önemli olmasa da zamanla kutsal anlamlar yüklenmiştir. Gülün kırmızı renginin, Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiğinde akan kanı olduğuna inanılır. Meryem Ana’nın gül sevgisi ve Azizler-Azizeler ile anılan bazı hikâyeler, güle birçok farklı anlam yüklenmesine sebep olmuştur.
Bizans döneminde VI. yüzyılın başlarında, İstanbul’da "okka gülü" ve "köpek gülü" adlı gül çeşitlerinin bulunduğu bilinmektedir.
İslam dininde Hazreti Muhammed’in, “Kırmızı gül Allah’ın ihtişamının belirtisidir” dediğine ve gülün kokusunu, Hazreti Muhammed’in terinden aldığına inanılır.
Ayrıca, Cennet'in bahçeleri de güller içinde tasvir edilir. Tasavvufta gül, ilahi güzelliğin simgesidir. Gül kelimesinin kökeni, Farsçadır. Ortaçağda Fars bölgesinin kültür-sanat merkezi olan Şiraz, bağları ve şaraplarının yanında gül bahçeleriyle de ünlenmiştir.
Gül, Osmanlı döneminde sarayda olduğu kadar, halk arasında da sevilen önemli bir çiçektir. Sarayın gül bahçesi, mutfakların gülsuyu ve gülbeşeker ihtiyacını karşılamak amacıyla yörede yetiştirilen kırmızı renkli gül ve sakız gül çeşitleri sebebiyle "gülhane" adıyla anılmıştır. Mezarlıklar da gül motiflerinin, lâle ile birlikte en çok kullanıldığı yerlerdendir.
Geçmiş yıllarda İstanbul ve çevresinde, yetiştirdikleri güllerle nam salan ve özellikle birçok gül çeşidi üretmiş olan ünlü gül yetiştiricilerinin varlığı bilinmektedir. Ancak ne yazık ki bu gül çeşitleri ya günümüze ulaşamamış ya da isimleri unutulduğu için kaybolmuştur. Döneminin başlıca gül yetiştiricileri olan isimlerden birkaç örnek:
Gülcü Baba (1854-1956) Necmeddin Okyay (1883-1976) Lütfi Arif Kanber (1890-1963) Cemal Koygun (1911-1974) Geçmişte varlığı bilinen önemli fidanlıklar ve gül bahçelerinden, günümüze ulaşabilmiş örnekler bulunmamaktadır. Bu fidanlıklardan geriye, ancak bazı sahaflarda bulunabilen nadir bitki katalogları kalmıştır. Dönemin başlıca gül bahçesi ve fidanlıkları arasında bilinen birkaç örnek şunlardır:
Ankara Fidan Bahçesi Arsène Momdjian (Arsen Mumciyan) Efendi Fidanlığı Büyükdere Bahçe Kültürleri İstasyonu Kerami Parıldar Gül Fidanlığı Riviera Gül Fidanlığı.


Salih Sercan Kanoğlu
NGBB Müdür Yardımcısı
Bahçecilik Bölümü Başkanı


Fotoğraflar: Zafer Karaca